değişiklik...
kıymet bilmek
ne elimiz yorulur, ne cebimiz yorulur
ne de işlerimiz aksar...
mutlu ederiz yanımıza kar bile kalır yaptığımız :) yine biz kazançlı çıkarız...
bu yüzden saklanmayalım hiçbir şeyin arkasına, yapalım sevdiğimizin istediğini,
alalım kalbimizden kopan küçücük, minnacik hediyeleri...
anne...
kısacası her biri anne kelimesinin 4 harfi içine sığmış birer paylaşılmaz devdirler hayatımızda ve kimse onlar gibi olamadı olamaz da….
bitişler...
her bitiş bir başlangıçtır, her gecenin bir sabahı vardır... böyle klişe sözler zaman zaman sıkıcı gelse de inanıyor bazen insan, eğer kendiyle ilgili birşey güzel bittiyse. birbirinden farklı iki bitiş isteği var, birincisi çok sevdiğin birşeyin bitmesini istememek. ne olabilir bu, bir rüya, bir film, bir yemek... biteceğini bilir ama istemezsin. diğer türlüsü ise kabustan uyanmak gibidir. insanın hayatını zorlaştıran, yürümesini engelleyen, gri renkli olguların bitişine sevinilmesidir, bitişinin umutla beklenilmesidir. her ikisi de eninde sonunda gelir işte, tek fark sonlarında verilecek tepkilerdir. birisinde gözleri ışıldar insanın; birisinde geçici bir süreliğine de olsa suratı asılır.
yakın bir zamanda çok güzel bir bitiş yaşadım. şimdi gözlerim dalınca uzaklara doğru; aklımdan bitişi hazırlayan zorluklarım; zorunluluklarım geçecek; ardından esen rüzgarla dağılacak tüm renksizlikler, masamdaki çaydan bir yudum daha içeceğim ve her bitişimin güzel olması için dua edeceğim. şimdi neye başladım yada başlayacağım bilmiyorum ama, bitti işte be :)
gitmek istedim...
gecelerde yıldızsız pencerem,
sallanan yapraklar kadar sessiz;
yeşilde parlaklık arayan gölgem…
gitmek istedim bu sabah,
yeni yeni ıslanmaya başlamış
caddelerde yürürken,
mevsimsiz esen en soğuk rüzgarın
peşine takılıp gitmek istedi canım.
elinden tutup sevdiğimin
yeni uyanan şehrin
en ücra yerine
değil de;
bir avuç yağmur götürmek için yüreğime
kendime, kendi içime
gitmek istedim...
başlıksız...
Bazı yağmurlarda ıslanmamayı çok istemişti tüm bedenim, ruhum hazır değildi gökyüzü karardığında; beklemeden başlayıverdi sağanak. Gökyüzü kraliçesi arkasındaydı hakkını verdiği yağmurların en çok bunu hissetmek yordu çamurlu yollarda ayakkabılarımı. altı delik ayakkabılarımdan içeri giren sular karnımı ağrıtmaya başlamıştı çoktan. Zaman altı delik ayakkabıları ile sokakta dolaşanlara hor davranıyordu. Ben sahte sıcaklıkların peşindeydim. Sığınmaya çalıştığım sokak lambasının altından gökyüzüne çevirdiğim de başımı, hayatın en karanlık neresinde olduğumu anladım. Aslında hiçbir şey anlamadım da, üşüyen ayaklarıma inat devam ettim hüzünlü bakışlarıma. Ama;
gökyüzünün herhangi bir yerinde aynı anda kayacak iki tane yıldızı görecek kadar büyük değildi gözlerim…
tekrar ediyor kendini neresinde olduğumu anlayamayışım hayatın, belki de hayatın en karanlık neresindeyim ben ….
kısa bir tatilden dönülür, yolda bir güzel yazı yazılır...
ve tatil bitti. bir haftasonundan ibaret uzun tatilim sona erdi. geri dönüyorum memleketime. İstanbul ve memleket kelimeleri ne kadar yan yana düşünülmese de, yolculuk başladı bir kez memleketime. bolca yemek ve deniz suyunun tuzunu sığdırdığım sıcağı bunaltmayan tatilime buğulu bir camın ardından güneşin ufukta yok oluşunu izleyerek son veriyorum. ama tatil bitmedi hala denizdeyim hemde tam ortasında...
kısa bir tatile çıkılır, yolda bir güzel yazı yazılır...
serinliğine adım attığımız tatil planları, hoparlörden gelen anonsla kıs süreli olsa da dağıldı.
"birazdan görevlilerimiz bilet kontrolü yapacaktır"
gösterdik biletlerimizi kısa yolculuk devam etmeye başladı ardından.
koşuşturmacasına en fazla 3 gün ara vereceğimiz
hayat denilen oyunun düşüncemizde bıraktığı derin izlerin denizin mavisinde silinmesi dileğiyle; ruhumun bedenime yetişmesi için kulaç atacağım en serinlere..
dakika yolculuk, yazı bir :)
berksito
boş salonlar...
Nede genç ölüyü mezar.
Ve şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
İstemem artık gelmeni,
Yokluğunda buldum seni,
Vehmimde bırak gölgeni,
Gelme artık neye yarar.
demiş Necip Fazıl. Şiirsel başlangıçlar melodik bir etki bırakır okuyucuda, daha bir akıcı olur yazının gidişatı diyerek... :)
Beklentilerinin; beklediğine değmeyeceğini anladığın anda küçülüşleri yokmudur; en sancılı yolculuk başlamıştır zor olana. Kendinlesindir yine hiç olmadığın kadar, tüm gölgeler uzamaya başlar tekrar, derken kaybolur karanlıkta.
Tomurcukların açmaya başladığı, baharın ilk defa sana uğradığı, puzzle'ının eksik parçasını tamamladığını hissettiğin anda; artık birşeyler bekleyebileceğini düşünür insan. Perde açılmış, oyuncular yaşamaya başlamıştır, oyunun ilk sahnesi, gülümseten diyaloglar içerir; neşe kokar. Yönetmen edasıyla izlersin içinde olsanda oyunun. Devam ettikçe, konu derinleşir, oyuncuların kostümlerinden çok, oyunculuklarına dikkat edilmeye başlanır. Seyirci; oyuncudan hakkını vermesini bekler rolünün. Seyirci konunun sıkıcılığından bunaldığında, oyuncuya düşecektir yine iş. Ama o da olmuyorsa, bir sonraki oyunu boş bir salona oynayacaktır, yönetmen ve oyuncular. Beklediğini alamayınca yönetmeni oyuncusundan değiştirecektir onu, yaşam vardır ucunda çünkü, ömür vardır, bir yol vardır.
beklentilerinin beklediğine değmeyeceğini anlamak acı verir insana
beklentiler ile ilgili bir diğer yazım : Bekleyişler Umduğunu Bulamamalar
hissetmek istemeyecek kadar...
ansızın geliveren bir başağrısı
gibi, hızlandırdıkça şakaklarımdaki
kanın akışını,
yitik hissedip kendimi ,
kollarımı açarak
merhaba demek istiyorum
uçurumlara,
omuzlar düşük, yollar uzun
mücadele zor,
çaresizlik en büyük düşman
ne istediğini bilmemek kap kara bir zindan.
tek ayağı kırık masanın
üzerindeki bardak son
gözyaşı damlasını bekliyor sanki,
daha da çok biçare hissetmek için kendini,
masum ellerin kazdığı mezar,
akşamı bekliyor kurbanını uyutmak için.
karanlıklar teslim almayın
ruhumu,
izin versemde almayın...
bir günlük, hızlı tüketilecek, iki damla gözyaşının
ardından gelecek kelimelerin çıkacağı
dudaklardaki soğukluğu hissetmek istemeyecek
kadar
çocuğum ben...
vakit dar...
ücretini gönderemeyen, para üstü alamayan...
kolaylıkları(bilet vs. olmaması), belli bir saate bağlı olmamaları(dolunca kalkmaları), geç saate kadar bulunabilinmeleri gibi nedenlerle çok sık kullanırım minibüsleri. özellikle şöför mahaline yakın bir yerde oturuyorsam daha bir keyifli geçer yolculuk. küçük bir çocuk gibi, şöförün hareketlerini izler dururum. hele bir de bozuk paraları koydukları ve masa gibi kullandıkları motorun üstündeki yer vardır ya, yer olmadımı minibüste oraya oturman için teşvik eder seni şöför; işte o zaman hayat durur :) sende bir nevi minibüsçü olmuşsundur artık. misyonun vardır paralar uzatılır, para üstlerini kendin verirsin, sorulara cevap verirsin, sağ kolusundur artık şöförün. bozuk para sesleri, vitesler arası geçişin eşsiz melodisine karışır dinler durursun.
bir yirmilik uzatır kadın arkadan suratı asılır şöförün,
-bozuk yok mu abla,
ara gazları yok mudur ah ahhh, çok keyifli olur bu minibüs yolculukları çoook.
şimdi o kokuda...
bir olmuşa
üzülmek
yaz günü üşümeye,
aç olduğunda lokmaların
ağzından düşmesine benziyor.
nokta koymak
kolay olmuyor her zaman
hele çoğu kez boğazına
takılan yumru
kalbinin sağ köşesinden
kimsesiz bir kahırla baskı yapmaya başladığında
hiç kolay olmuyor
nokta koyacağını düşünmek
her gün yenisini diktiğim
mumlar, açılan kapıdan
esen soğuk rüzgarla titredi
üşüdü mumlarım adeta;
oysa ben bilmiyordum,
yaşamamıştım, görmemiştim,
masumdum;
sadece yakıyordum, üşenmeden
üstüne titriyordum, aynen
titreyen alevleri gibi
içinde unutmak kelimesi
geçen sayısız şarkıyı
tek hecede söylemek
istermişçesine açtım gözlerimi
yeni güne
en anason kokan arabesk
şarkıları dinlemek ve
o kokuda kaybolmak istiyorum şimdi
yüzüme bakmaya
korktuğum olmamıştır hiç;
nereden geldi bu aynalara düşmanlık
diye düşünüp
karşısına geçince aldım cevabımı
yine aynı aynanın
mora çalan rengi görünce
bir kez daha anladım
yetiyordu bir haber almak
uykusuz gecelere…
tek payıma düşen bu uykusuz geceden,
anlamış olmam
kokladığım tek çiçeği ne kadar sevdiğimi.
şimdi bir nokta olmasını
dilerken yazdıklarımın,
mutlu yada mutsuz
bir şeyler öğrenmek, haber almak
istemiyorum artık
halbuki öğrenecek, bir hayat dolusu
yıllar var önümde.
hani derler ya sol yanım
acıyor diye,
her acının bir nedeni
bir noktası var
kızmamak elde değil kendime
sonuç bu kadar berabere değilken.
hani o öğrendikçe inandığın, gördüğün
gücün nerede ¿
dik dur artık
sil kalbine akan damlaları
bir çentik daha at duvara
kaç günün doldu bu dört duvar arasında
kaç günün dolacak daha.
şimdi herkeskten herşeyden uzak
bir coğrafyadaki huzur veren
bir rüzgara kocaman bir mum dikmek
istiyorum,
o coğrafyadan geri dönmek mi ¿
bilmiyorum…
içinde unutmak kelimesi geçen
anason kokulu arabesk şarkıları
dinlemek ve o kokuda
kaybolmak istiyorum şimdi
şimdi…
bir fotoğraftaki iki kişi...
katlanmak...
hayat kaldığı yerden devam eder...
telefon yalnızlığında uykusuz, uykular...
bekleyişin beyaz renkli umutları,
içinde silmeya çalıştığın yanlış bir varoluşun,
sabah olur
biter telefon yalnızlığında uykusuz, uykular,
uykuyu alıp, alamadığın paradoksundan...
hüzünlerimdi en çok dokunulmasını istediğim yerim…
hüzünlerdir insanı insan yapan bana göre. çünkü hüzünlendiğinde anlarsın bir insanı, görebilirsin içini, açmıştır paylaşmak için kalbini. yapmacıklığa yer, gözyaşı saklamaya mecal yoktur o anda. toprak kokar geçtiği her yer hüzünlü insanın. nerden geldiğini anlayamazsınız, köşeyi dönünce karşınıza çıkar, diğer köşede kaybolup gider hüzünler. hüzün insanın kendi ruhuna yapması gereken bir yolculuktur. çoğu zaman yalnızdır bu yolculukta ama yalnız olmayı istemez, anlatmadan anlaşılmayı bekler, çünkü bizzat kendi ruhunadır yolculuğu. söylenen sözler vardır zaman zaman, “hiç iyi bir şey yok mu kardeşim bu dünyada, iyi şeyleri de görelim artık”, “arabesk takılma”, “her şeyi kötü görmek yerine, hayata biraz gülümseyerek bakabiliriz değil mi?”, hüzünler bunların hiçbirisi değildir. her şeyinde farkında olmaktır hüzünlenmek. her şeyin farkında olup, farkında olunmamaktır. gülen insan kalabalıktır her zaman, hüzün taşıyan yalnız kalır. sessizce çığlık atar, yankısını duyunca yağmurlar gelir, hüzünler getirir yağmuru.
mona lisa tablosuna benzer hüzünlü insan, gölge oyunuyla yapılmış, gülümseme ve somurtma vardır tabloda. çoğu zaman gülen kısmını görür önünden geçen insanlar. gölge düşen kısmı göremeyince anlamazlar gerçeği, sadece önünden geçen olurlar, hiçbir zaman giremezler resmin içine.
bu yüzden hüzünlerimdir en çok dokunulmasını istediğim yerim, önümden geçen; gülen kısma bakanlar tenimde ya da dilimin ucunda ararlar hüzünlerimi, hiç kimse girmez içeri, işte o zaman farkları kalmaz tabloya sadece bakanlardan... oysa önemli olan her zaman; görmektir, görebilmektir.
80'ler ve 90'lar arasında çocuk olmak
- Bir Demet Tiyatro'yu beklemek.
-Taso oynamak.
-Video kiralamak.
-Gece aerobiğini porno zannetmek.
-Terminatör'ü sinemada seyretmek.
-Reebok Pump almak.
-"Back to the future, Rocky Serisi, Ninja Kamplumbaglar, Hayalet Avcıları, Çakmaktaşlar, Beverly Hills 90210'u izlemek.
-Pazar 88, pazar 89, pazar 90, pazar 91 .....
-Tipi tip çiğnemek.
-He-Man izlemek.
-Kablolu yayına geçme şerefine nail olmak.
-Coca Cola'nin 1litrelik depozitolu sişelerde satılmasıdır.
-Star TV'deki Turnike'yi, Parliement Pazar Gecesi sinemasını izlemek.
-Adam olacak çocuk, 7'den 70'e nin izlenmesi.
-Gazete kuponu ile ev, araba verilmesine tanık olmak.
-Sürekli Aydınlık için 1 dakika karanlık eylemine katılmaktır.
-"All that she wants, informer" dinlemek.
-Pazar sabahları alf seyretmek.
-Voltran, denver, ninja turtles, clementine zlemek.
-Siyah-Beyaz televizyonu görmüş olmak.
-Micheal Jackson'dan Bad şarkısını defalaraca dinlemiş olmak.
-Schumacher'in Türkiye'ye gelisini gormek.
-Mahalle ve mahallede oyun oynamak kavramını son yaşayan nesil.
-Neler oldugunu anlamadan televizyon'dan körfez savaşını izlemektir.
-MC Donalds'in Türkiye'ye ilk geldigi günleri yaşamış olmaktır.
-Doritos'a panço diyebilen nesildir.
-İlkokul 5'te Anadolu Liseleri ve Kolejler sınavına hazırlanmak.
-Berlin duvarının yıkılmasının tek sonucunun, berlin'in farklı kısımlarında oturan akrabaların artık birbirlerini görebilmeleri olduğunu sanmak.
-Banka olarak sadece imar bankasını bilmek...
-Yakari izlemektir.
-"Eskiden buralar portakal bahçesiydi, boş araziydi" diyebilmek.
-Street Fighter'da "Guy" ile oynamak.
-Bilye, gülle oynamak.
-Gzoz kapagi oynamak.
-Televizyonla büyütülen ilk nesil olmak.
- mahalle maçları yapmak..
- commodore 64 efsanesi..
- cumartesi geceleri bir başka gece'yi izlemek ve özellikle benny hill'in skeçlerini yakalamaya çalışmak
- solo test'te 1 tane bıakıp bilgin olmaya kasmak
- hbb'de amerikan futbolu maçı izlemek
-anadoludan görünüm'ü izlemek ve şehit haberleriyle üzülmek
-Edi ile Büdü hastası olmak.
-Sadece pazar günleri yıkanmak.
-Kontra pedal BMX bisiklet sahibi olmak.
-Cine 5'in ilk açıldığı güne ve akşamına tanık olmak.
-Moonlighting, hayat ağacı, cesur ve güzel izlemektir.
80'ler ve 90'lar arasında çocuk olmak zor ama bir o kadar da güzel bir şeydir.Bir ülkenin hangi aşamalardan, nasıl geçtiğine tanık olmaktır... Gençliğin gelişimi açısından kayıp bir dönemdir...
not: gelen bir mailden aynen aktarılmıştır.
bekleyişler... umduğunu bulamamalar...
büyük hayallerle başlarız kendimizi bilmeye, herkesin kafasında bilgisayar mühendisi, doktor, pilot olmak vardır çocukken. büyüdükçe hayat şekillendirir bekleyişlerimizi, bekleyişlerimizde bizleri. üstünü çizerek hayallerimizin, yürürüz gençliğimize. olgunluk döneminde başka bekleyişler kucaklar bizleri. daha sonrası hep aynı, çoğu zaman umduğunu bulamaz insan. belki de bulur ancak anlamaz istediği şeyin gerçekten o olduğunu. bekleyişleri ve umduğunu bulamamaları çok olan insanların hayatında uzar gider listeler, yazılar.
masumca ihmal edilmek...
masumca ihmal edilmek oluyor...çünkü masumca ihmal edilince, daha bir üşüyor kalbi insanın.
bilgisayarlı eğitime destek
Linkine tıkladığınızda, 1 okula 1 bilgisayar bağışlanıyor, işin güzel tarafı, hangi sponsorun hangi okula bilgisayar bağışladığını aynı anda görebiliyorsunuz.
bence desteklenmeli...
bakışların daldığı nokta, belki de en uzağı...
masallardan neler öğrendik ¿
sinderella : hatun kısmısının gece 12'den sonra sokakta işi yoktur
uyuyan güzel: bir kiz kendisini öpen ilk erkekle evlenir ve onunla sonsuza kadar mutlu yaşar.
hansel ile gretel: masal kahramanlarının sayısı arttıkça IQ'ları düşer... çikolatadan evler yenmemelidir.
kırmızı başlıklı hanım kız: sokakta her gördüğün zibidiyle konuşma.
çirkin ördek yavrusu: ortaokulda size imalı bakışlar atan gözlüklü tombul kızla/çocukla dalga geçip aşağılamayın, bir beş sene sonra afet olur ağzınız açık kalır ağlarsınız.
ali baba ve kırk haramiler: password'ler iyi saklanmalı onun bunun yanında bağırarak söylenmemelidir.
alice harikalar diyarında: her bulduğunu ağzına sokma
heidi : akıllı kızlar patikalarda neyin keçi kovalamazlar.
allaaddin : sokakta her bulduğunu karıştırma!
Pamuk Prenses: Hiç tanımadığınız biri size elma verirse sakın yemeyin !
Rapunzel: Bir kuleye kapatıldıysanız kaçmak için saç uzatmayın uçmayı öğrenmek daha kısa sürer
mevsimlik haber yayınları
bir haftada 3 kilo vermek mümkün mü ? :)
ücretsiz ağaçlandırma kampanyası
bu blog'un melodisini cep telefonunuza indirmek için...
mesaj da atmıyorum, melodi falan da indirmiyorum...
yapma arkadaşım bak tutuluyorum
en iyi izlenecek ülkelerden biri Türkiye, geçen haftaki haberlere göre 1,5 milyon turist sırf bu olay için Türkiye'ye gelmiş. yani bilmiyorum insanların işi mi yok, işi varda izinlerimi bol, izinleri bol değilde, ne pahasına olursa olsun bu olay için mi yaşıyorlar anlamadım. belki de bir sonraki Türkiye'den 2060 yılında izlenebilecek bir olay için bizde heyecan yapmalıyız. birde güneş tutulmaları, deprem ilişkileri var. ya da varmı ? şöyle bir geçmişe bakılırsa ne zaman güneş tutulsa dünyanın çeşitli yerlerinde deprem olmuş. ama uzmanlar yoktur kardeşim güneşin tutulmasıyla deprem arasında ilişki diyorlar. hatta siyaset meydanında tartışma konusu bile oldu. neyse başlıkta da olduğu gibi sokak ağzından bir cümle ile bitireyim: "arkadaşım yapma; bak tutuluyorum ama" düşünsenize güneş dile gelip gezegenlerden birine bunu söylüyormuş :]
tübitak bu iş için özel bir site hazırlamış, bu sitede tutulma sözlüğü var, ilgilenenler için link aşağıda.
Tutulma sözlüğü:
http://www.tug.tubitak.gov.tr/tutulma/dictionary/eclipse_dictionary.pdf
fazla mesai...
fazla mesai cildi bozar...
gitt tikçe efsane mi olacak ?
sosyal mesaj vermeyi kardeşim
dediğinizi...
my name is earl
her salı 20:30
yeşilçam şarkıları
sahibinin sesinden yeşilçam şarkıları... şu sıralar, istiklal caddesinde yürürken, adım attıkça aynı şarkıyı farklı yerlerinden yakalayabilirsiniz. eski ama bilindik bir şarkı çalınırsa kulağınıza bilin ki yine o albüm, belkıs özener ve albümün ikinci parçası
adını anmayacağım
keyifli...