değişiklik...

arada bir değişiklik yapmak iyi gelir insana... acaba neden kaynaklanır değişikliğin insan ruhuna bu olumlu etkisi ¿ insan hayatını sürdürdüğü her ortamda aynı şeyleri algılamaktan sıkılır zamanla. aynadaki görüntümüz, bilgisayarımızın duvar kağıdı, evimizde mobilyaların düzeni, iş yerimizde masamızın üstü sıkıcı gelmeye başladığında bir soluk almak için ufak değişiklikler yaparız, aynı kavramları farklı bir şekilde algılayınca da mutlu oluruz. kimi değişiklikler de soldaki resimde de olduğu gibi kendiliğinden oluverir. saçlardaki dökülme, yüzdeki kırışıklıklar gibi kötü şeyler buna örnek verilebilir. sözün özü blogumun temasını değiştirdim, mutlu oldum :) tebdili mekanda ferahlık vardır, tebdili blogta da vardır efendim, ki bu blog değişikliği hiçbir resmi gazetede yayınlanmayacaktır(bilginize :)
değişmeyen tek şey değişimdir...
Herakleitos

kıymet bilmek

küçük sevinçler, küçük armağanlar, bir kibrit çöpü, bir selam belki bir söz...nasıl da mutlu eder kıymet bileni... hatırlarımda çocukluğumda 3 yaş küçük kuzenimden birşey getirdiğinde babaannem bana, nasıl sevinirdim, nasıl mutluolurdum. hiçbir önemi yoktu getirilenin, bir işe yaramasının da. bilirdim o da çok sevinirdi benim gönderdiklerime. babaannemin gelişini iple çekerdim, acaba birşey getirecek mi bana diye. aynı şekilde alınan bir oyuncak bir ayakkabı yeni bir giysi gülümsetirdi, bambaşka dünyaların kapılarını açardı. yatağımın başucunda dururdu yeni ayakkabılarım, her sabah kalkınca bir güzel giyerdim ayağıma, sonra çıkartıp en güvenli köşeye koyardım onları. hala çocukluğumdan kalma oyuncaklarım vardır, küçük kardeşimin elinde görürüm bazen, eski günlere gider sevinirim çocukça... büyüdükten sonra da birşey değişmedi galiba, hala kıymet bilirim, ve çok mutlu eder bir kibrit çöpü bile beni...

ne elimiz yorulur, ne cebimiz yorulur
ne de işlerimiz aksar...
mutlu ederiz yanımıza kar bile kalır yaptığımız :) yine biz kazançlı çıkarız...
bu yüzden saklanmayalım hiçbir şeyin arkasına, yapalım sevdiğimizin istediğini,
alalım kalbimizden kopan küçücük, minnacik hediyeleri...

anne...

anneler, annelerimiz, yazmaya satırların yetmeyeceği eşsiz varlıklar. hatırlarımda yıllar önce gurbette bir şiir yazmıştım, anne diye haykırıyordum resmen şiirde. herkesi çok özlemiştim ama gözlerimden yaşları akıtan annemin özlemiydi sadece. sanki hiç anlatamayacağım bir kavram için boşa kürek çekiyormuş gibi hissettim bu yazıyı yazarken. fazla uzatmak ta istemiyorum zaten. kıymet bilmek için nice yarınlar var önümüzde belkide…
kısacası her biri anne kelimesinin 4 harfi içine sığmış birer paylaşılmaz devdirler hayatımızda ve kimse onlar gibi olamadı olamaz da….

bitişler...

her bitiş bir başlangıçtır, her gecenin bir sabahı vardır... böyle klişe sözler zaman zaman sıkıcı gelse de inanıyor bazen insan, eğer kendiyle ilgili birşey güzel bittiyse. birbirinden farklı iki bitiş isteği var, birincisi çok sevdiğin birşeyin bitmesini istememek. ne olabilir bu, bir rüya, bir film, bir yemek... biteceğini bilir ama istemezsin. diğer türlüsü ise kabustan uyanmak gibidir. insanın hayatını zorlaştıran, yürümesini engelleyen, gri renkli olguların bitişine sevinilmesidir, bitişinin umutla beklenilmesidir. her ikisi de eninde sonunda gelir işte, tek fark sonlarında verilecek tepkilerdir. birisinde gözleri ışıldar insanın; birisinde geçici bir süreliğine de olsa suratı asılır.

yakın bir zamanda çok güzel bir bitiş yaşadım. şimdi gözlerim dalınca uzaklara doğru; aklımdan bitişi hazırlayan zorluklarım; zorunluluklarım geçecek; ardından esen rüzgarla dağılacak tüm renksizlikler, masamdaki çaydan bir yudum daha içeceğim ve her bitişimin güzel olması için dua edeceğim. şimdi neye başladım yada başlayacağım bilmiyorum ama, bitti işte be :)

gitmek istedim...

huzursuz bu şafak öncesi
gecelerde yıldızsız pencerem,
sallanan yapraklar kadar sessiz;
yeşilde parlaklık arayan gölgem…

gitmek istedim bu sabah,
yeni yeni ıslanmaya başlamış
caddelerde yürürken,
mevsimsiz esen en soğuk rüzgarın
peşine takılıp gitmek istedi canım.

elinden tutup sevdiğimin
yeni uyanan şehrin
en ücra yerine
değil de;
bir avuç yağmur götürmek için yüreğime
kendime, kendi içime
gitmek istedim...

başlıksız...

tekrar ediyor kendini neresinde olduğumu anlayamayışım hayatın, belki de hayatın en karanlık neresindeyim ben ….

Bazı yağmurlarda ıslanmamayı çok istemişti tüm bedenim, ruhum hazır değildi gökyüzü karardığında; beklemeden başlayıverdi sağanak. Gökyüzü kraliçesi arkasındaydı hakkını verdiği yağmurların en çok bunu hissetmek yordu çamurlu yollarda ayakkabılarımı. altı delik ayakkabılarımdan içeri giren sular karnımı ağrıtmaya başlamıştı çoktan. Zaman altı delik ayakkabıları ile sokakta dolaşanlara hor davranıyordu. Ben sahte sıcaklıkların peşindeydim. Sığınmaya çalıştığım sokak lambasının altından gökyüzüne çevirdiğim de başımı, hayatın en karanlık neresinde olduğumu anladım. Aslında hiçbir şey anlamadım da, üşüyen ayaklarıma inat devam ettim hüzünlü bakışlarıma. Ama;

gökyüzünün herhangi bir yerinde aynı anda kayacak iki tane yıldızı görecek kadar büyük değildi gözlerim…

tekrar ediyor kendini neresinde olduğumu anlayamayışım hayatın, belki de hayatın en karanlık neresindeyim ben ….

kısa bir tatilden dönülür, yolda bir güzel yazı yazılır...

19/08/2006 20:04 Denizin tam ortası...

ve tatil bitti. bir haftasonundan ibaret uzun tatilim sona erdi. geri dönüyorum memleketime. İstanbul ve memleket kelimeleri ne kadar yan yana düşünülmese de, yolculuk başladı bir kez memleketime. bolca yemek ve deniz suyunun tuzunu sığdırdığım sıcağı bunaltmayan tatilime buğulu bir camın ardından güneşin ufukta yok oluşunu izleyerek son veriyorum. ama tatil bitmedi hala denizdeyim hemde tam ortasında...


denizin tuzuyla kirlenmiş
camın buğusu
göstermiyor dışarıyı
belli belirsiz nesneler
bir aralık arıyor insan
daha net görebilmek için
herşeyi
çok tanıdık bir sahne
sanırım hayat...

kısa bir tatile çıkılır, yolda bir güzel yazı yazılır...

17/08/2006 10:56 Denizin tam ortası....

serinliğine adım attığımız tatil planları, hoparlörden gelen anonsla kıs süreli olsa da dağıldı.

"birazdan görevlilerimiz bilet kontrolü yapacaktır"

gösterdik biletlerimizi kısa yolculuk devam etmeye başladı ardından.

koşuşturmacasına en fazla 3 gün ara vereceğimiz
hayat denilen oyunun düşüncemizde bıraktığı derin izlerin denizin mavisinde silinmesi dileğiyle; ruhumun bedenime yetişmesi için kulaç atacağım en serinlere..


dakika yolculuk, yazı bir :)
berksito

boş salonlar...

Ne hasta bekler sabahı
Nede genç ölüyü mezar.
Ve şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
İstemem artık gelmeni,
Yokluğunda buldum seni,
Vehmimde bırak gölgeni,
Gelme artık neye yarar.


demiş Necip Fazıl. Şiirsel başlangıçlar melodik bir etki bırakır okuyucuda, daha bir akıcı olur yazının gidişatı diyerek... :)

Beklentilerinin; beklediğine değmeyeceğini anladığın anda küçülüşleri yokmudur; en sancılı yolculuk başlamıştır zor olana. Kendinlesindir yine hiç olmadığın kadar, tüm gölgeler uzamaya başlar tekrar, derken kaybolur karanlıkta.

Tomurcukların açmaya başladığı, baharın ilk defa sana uğradığı, puzzle'ının eksik parçasını tamamladığını hissettiğin anda; artık birşeyler bekleyebileceğini düşünür insan. Perde açılmış, oyuncular yaşamaya başlamıştır, oyunun ilk sahnesi, gülümseten diyaloglar içerir; neşe kokar. Yönetmen edasıyla izlersin içinde olsanda oyunun. Devam ettikçe, konu derinleşir, oyuncuların kostümlerinden çok, oyunculuklarına dikkat edilmeye başlanır. Seyirci; oyuncudan hakkını vermesini bekler rolünün. Seyirci konunun sıkıcılığından bunaldığında, oyuncuya düşecektir yine iş. Ama o da olmuyorsa, bir sonraki oyunu boş bir salona oynayacaktır, yönetmen ve oyuncular. Beklediğini alamayınca yönetmeni oyuncusundan değiştirecektir onu, yaşam vardır ucunda çünkü, ömür vardır, bir yol vardır.
yönetmen oyuncusunu değiştirmek istemeyecek kadar seviyorsa, bekleyişlerini gömer toprağa, merhaba der boş salonlara
sonra ne kadar kendi olabilir acaba ?

içinde olsanda bir yönetmen gibi izlersin oyunu
umutla beklemek güzeldir,
beklentilerinin beklediğine değmeyeceğini anlamak acı verir insana

beklentiler ile ilgili bir diğer yazım : Bekleyişler Umduğunu Bulamamalar

hissetmek istemeyecek kadar...

yalnız bırakmayan karanlıklar
ansızın geliveren bir başağrısı
gibi, hızlandırdıkça şakaklarımdaki
kanın akışını,
yitik hissedip kendimi ,
kollarımı açarak
merhaba demek istiyorum
uçurumlara,
omuzlar düşük, yollar uzun
mücadele zor,
çaresizlik en büyük düşman
ne istediğini bilmemek kap kara bir zindan.

tek ayağı kırık masanın
üzerindeki bardak son
gözyaşı damlasını bekliyor sanki,
daha da çok biçare hissetmek için kendini,
masum ellerin kazdığı mezar,
akşamı bekliyor kurbanını uyutmak için.

karanlıklar teslim almayın
ruhumu,
izin versemde almayın...
bir günlük, hızlı tüketilecek, iki damla gözyaşının
ardından gelecek kelimelerin çıkacağı
dudaklardaki soğukluğu hissetmek istemeyecek
kadar
çocuğum ben...

vakit dar...

hadi zaman, fazla bekletme beni...
ellerimi açmadan,
avucumdan kayıp gitmeden,
hayatı bırakmaya izin vermeden geç.
acıtmadan geç,
vakit dar;
gençlik gitmeden, gülmeyi unutmadan geç...

ücretini gönderemeyen, para üstü alamayan...

hayatımızın eşşiz toplu taşıma araçları, her birinin tek bir felsefesi olan kozmopolit taşıtlar... minibüsler

kolaylıkları(bilet vs. olmaması), belli bir saate bağlı olmamaları(dolunca kalkmaları), geç saate kadar bulunabilinmeleri gibi nedenlerle çok sık kullanırım minibüsleri. özellikle şöför mahaline yakın bir yerde oturuyorsam daha bir keyifli geçer yolculuk. küçük bir çocuk gibi, şöförün hareketlerini izler dururum. hele bir de bozuk paraları koydukları ve masa gibi kullandıkları motorun üstündeki yer vardır ya, yer olmadımı minibüste oraya oturman için teşvik eder seni şöför; işte o zaman hayat durur :) sende bir nevi minibüsçü olmuşsundur artık. misyonun vardır paralar uzatılır, para üstlerini kendin verirsin, sorulara cevap verirsin, sağ kolusundur artık şöförün. bozuk para sesleri, vitesler arası geçişin eşsiz melodisine karışır dinler durursun.
bir yirmilik uzatır kadın arkadan suratı asılır şöförün,
-bozuk yok mu abla,
-maalesef
şöför sanki hiç para kazanmıyormuş gibi alır parayı, cebinden çıkardığı bir tomar paranın arasına koyar :) o tomarın arasına koymazsa da ön konsolla ön cam arasında kalan bölmeye çok şık bir el hareketiyle fırlatır. para üst vermek isteyince de yine aynı bölmeye daldırır elini...

ara gazları yok mudur ah ahhh, çok keyifli olur bu minibüs yolculukları çoook.

şimdi o kokuda...

kendi ellerimle hazırladığım
bir olmuşa
üzülmek
yaz günü üşümeye,
aç olduğunda lokmaların
ağzından düşmesine benziyor.

nokta koymak
kolay olmuyor her zaman
hele çoğu kez boğazına
takılan yumru
kalbinin sağ köşesinden
kimsesiz bir kahırla baskı yapmaya başladığında
hiç kolay olmuyor
nokta koyacağını düşünmek

her gün yenisini diktiğim
mumlar, açılan kapıdan
esen soğuk rüzgarla titredi
üşüdü mumlarım adeta;
oysa ben bilmiyordum,
yaşamamıştım, görmemiştim,
masumdum;
sadece yakıyordum, üşenmeden
üstüne titriyordum, aynen
titreyen alevleri gibi

içinde unutmak kelimesi
geçen sayısız şarkıyı
tek hecede söylemek
istermişçesine açtım gözlerimi
yeni güne

en anason kokan arabesk
şarkıları dinlemek ve
o kokuda kaybolmak istiyorum şimdi

yüzüme bakmaya
korktuğum olmamıştır hiç;
nereden geldi bu aynalara düşmanlık
diye düşünüp
karşısına geçince aldım cevabımı
yine aynı aynanın
mora çalan rengi görünce
bir kez daha anladım
yetiyordu bir haber almak
uykusuz gecelere…

tek payıma düşen bu uykusuz geceden,
anlamış olmam
kokladığım tek çiçeği ne kadar sevdiğimi.

şimdi bir nokta olmasını
dilerken yazdıklarımın,
mutlu yada mutsuz
bir şeyler öğrenmek, haber almak
istemiyorum artık
halbuki öğrenecek, bir hayat dolusu
yıllar var önümde.

hani derler ya sol yanım
acıyor diye,
her acının bir nedeni
bir noktası var
kızmamak elde değil kendime
sonuç bu kadar berabere değilken.

hani o öğrendikçe inandığın, gördüğün
gücün nerede ¿
dik dur artık
sil kalbine akan damlaları
bir çentik daha at duvara
kaç günün doldu bu dört duvar arasında
kaç günün dolacak daha.

şimdi herkeskten herşeyden uzak
bir coğrafyadaki huzur veren
bir rüzgara kocaman bir mum dikmek
istiyorum,
o coğrafyadan geri dönmek mi ¿
bilmiyorum…

içinde unutmak kelimesi geçen
anason kokulu arabesk şarkıları
dinlemek ve o kokuda
kaybolmak istiyorum şimdi

şimdi…

bir fotoğraftaki iki kişi...

en basit tanımıyla anları dondurarak çerçevelemektir fotoğraf ya da objektifin baktığı yerden yansıyan anlık ışığın film karesinde bıraktığı iz. haber olur gerçekleri anlatır, manzara olur iç ferahlatır, birliktelik olur ısıtır. neler yapar şu fotoğraf tek başına. anlar önemlidir her insanın hayatında; arkadaşlarıyla, dostlarıyla, sevgilisiyle geçirdiği anlar. o anların tek şahididir fotoğraflar. ne zaman bakılsa o anlar gelir akla. çoğu zaman bir albüm köşesinde veya birler ve sıfırların arasındaki dijital dünyada terk ederiz fotoğraflarımızı, bencilce. oysa sizi yansıtan zaman zarflarıdır fotoğraflar. fiilin anlamını zaman kavramıyla sınırlandırır. hele arkasını çevirip o tarihi görmek yok mudur? vay be derken bilmiş bilmiş kafanızı sallarsınız. birlikte tanık olunursa o ana, fotoğrafta en az iki kişi var demektir. anları paylaşmaktan güzel bir kare olmadığı düşünülürse, hele birde arkadan geçerken fotoğrafa şans eseri konuk olan insan edasıyla bakmıyorsa kahramanların gözleri; tas tamam bir fotoğraf olmuştur o. ama sonu hüzünlü biten bir Türk filmi gibi, terk ederse bir kahraman diğerini, yalnız kalanın elindeki fotoğraf hangi zaman zarfının kanıtı olur bilinmez... akşam, dün, erken, henüz, hiçbir zaman, gece, siz seçin... bir fotoğraftaki iki kişi aynı zaman zarfında aynı değeri vermeli fotoğrafa. çünkü; çekenin eli titredi mi bulanık çıkıyor herzaman fotoğraflar...

katlanmak...


bir kağıt parçası en fazla yedi kere katlanabilirmiş...

acaba bir insan en fazla kaç kere katlanabilir ¿

hayat kaldığı yerden devam eder...

bir yolculuğa benzettiğimiz takdirde hayat denilen kavramı, verilen molalar gibi rahatlatan soluklanma seansları yer almalı az da olsa bu yolculukta. fırsatları kaçırmamalı insan mola vermek için. gereksiz görmemeli, tadını çıkarmalı güneşi görmenin. bu kısa molalarda insanların kafalarındaki düşünceler benzerdir genelde; telefon yok, bilgisayar yok, iş stresi yok, trafik yok. bunların yerine kocaman huzur dolu, boş vakitler var. hele birde sevdiklerin yanında oldumu, değmeyin böyle bir molanın keyfine. dönüş yolunda insanın aklında; geçirdiği güzel mi güzel boş vakitlere övgü ve her güzel şeyin biteceği hatta daha çabuk biteceği gibi bir klasik yer alır. umutlar başlamıştır bile daha sonra verilecek mola için. çocukluğumuzda anlatılan masallara benzetebilirsiniz bu molaları, o masallar gecenin karanlığından, yalnız yatmanın korkusundan uzaklaştırır bizleri, hayata verdiğimiz molaların bizleri nelerden uzaklaştırdığını siz düşünün :) her ne kadar güzel olsada, herhangi bir yol üstü esnaf lokantasında yenen yemeğin üstüne içilen ince belli bardaktaki çayın dumanının havadaki çiçek kokusuna karışmasını hayal etmek;
tüm masallar biter, hayat kaldığı yerden devam eder....

telefon yalnızlığında uykusuz, uykular...

gecenin bir yarısı uyanıp, taze bir rüyadan
bir çocuk masumluğuyla, anne diye bağırmaya
benzer telefona sarılmak,
bekleyişin beyaz renkli umutları,
gerçekliğin gri renkli sertliğine bırakır kendini
ansızın,
içinde silmeya çalıştığın yanlış bir varoluşun,
izleri,
tekrar uyuyamama korkusuna karışır...
sabah olur
biter telefon yalnızlığında uykusuz, uykular,
ama soyutlamak mümkün olmaz kendini;
uykuyu alıp, alamadığın paradoksundan...

hüzünlerimdi en çok dokunulmasını istediğim yerim…

doğduk ağladık, yürüdük güldük, büyüdük üzüldük, genç olduk umursamadık dünyayı güldük, bugün oldu hüzünlendik, yarın oldu hüzünlendik...
hüzünlerdi yağmuru getiren, hüznüm bulut oldu, çok sevdiğim bir şarkıda böyle atıf yapılmıştı hüzünlere, hüzünlenmeye, gözyaşlarına. gözyaşı kelimesi geçmiyor halbuki şarkının sözlerinde, ama şarkı buram buram toprak kokuyor; kokusunu alabilene. toprak kokusu nerden çıktı diyebilirsiniz belki, dedim ya; alabilene.
hüzünlerdir insanı insan yapan bana göre. çünkü hüzünlendiğinde anlarsın bir insanı, görebilirsin içini, açmıştır paylaşmak için kalbini. yapmacıklığa yer, gözyaşı saklamaya mecal yoktur o anda. toprak kokar geçtiği her yer hüzünlü insanın. nerden geldiğini anlayamazsınız, köşeyi dönünce karşınıza çıkar, diğer köşede kaybolup gider hüzünler. hüzün insanın kendi ruhuna yapması gereken bir yolculuktur. çoğu zaman yalnızdır bu yolculukta ama yalnız olmayı istemez, anlatmadan anlaşılmayı bekler, çünkü bizzat kendi ruhunadır yolculuğu. söylenen sözler vardır zaman zaman, “hiç iyi bir şey yok mu kardeşim bu dünyada, iyi şeyleri de görelim artık”, “arabesk takılma”, “her şeyi kötü görmek yerine, hayata biraz gülümseyerek bakabiliriz değil mi?”, hüzünler bunların hiçbirisi değildir. her şeyinde farkında olmaktır hüzünlenmek. her şeyin farkında olup, farkında olunmamaktır. gülen insan kalabalıktır her zaman, hüzün taşıyan yalnız kalır. sessizce çığlık atar, yankısını duyunca yağmurlar gelir, hüzünler getirir yağmuru.

mona lisa tablosuna benzer hüzünlü insan, gölge oyunuyla yapılmış, gülümseme ve somurtma vardır tabloda. çoğu zaman gülen kısmını görür önünden geçen insanlar. gölge düşen kısmı göremeyince anlamazlar gerçeği, sadece önünden geçen olurlar, hiçbir zaman giremezler resmin içine.
adam gibi hüzünlerdir adamı adam yapan;
bu yüzden hüzünlerimdir en çok dokunulmasını istediğim yerim, önümden geçen; gülen kısma bakanlar tenimde ya da dilimin ucunda ararlar hüzünlerimi, hiç kimse girmez içeri, işte o zaman farkları kalmaz tabloya sadece bakanlardan... oysa önemli olan her zaman; görmektir, görebilmektir.

80'ler ve 90'lar arasında çocuk olmak

80'ler ve 90'lar arasında çocuk olmak demek,

-Atari salonlarına gidip, 10 jetonu daha ucuza almak.
- Bir Demet Tiyatro'yu beklemek.
-Taso oynamak.
-Video kiralamak.
-Gece aerobiğini porno zannetmek.
-Terminatör'ü sinemada seyretmek.
-Reebok Pump almak.
-"Back to the future, Rocky Serisi, Ninja Kamplumbaglar, Hayalet Avcıları, Çakmaktaşlar, Beverly Hills 90210'u izlemek.
-Pazar 88, pazar 89, pazar 90, pazar 91 .....
-Tipi tip çiğnemek.
-He-Man izlemek.
-Kablolu yayına geçme şerefine nail olmak.
-Coca Cola'nin 1litrelik depozitolu sişelerde satılmasıdır.
-Star TV'deki Turnike'yi, Parliement Pazar Gecesi sinemasını izlemek.
-Adam olacak çocuk, 7'den 70'e nin izlenmesi.
-Gazete kuponu ile ev, araba verilmesine tanık olmak.
-Sürekli Aydınlık için 1 dakika karanlık eylemine katılmaktır.
-"All that she wants, informer" dinlemek.
-Pazar sabahları alf seyretmek.
-Voltran, denver, ninja turtles, clementine zlemek.
-Siyah-Beyaz televizyonu görmüş olmak.
-Micheal Jackson'dan Bad şarkısını defalaraca dinlemiş olmak.
-Schumacher'in Türkiye'ye gelisini gormek.
-Mahalle ve mahallede oyun oynamak kavramını son yaşayan nesil.
-Neler oldugunu anlamadan televizyon'dan körfez savaşını izlemektir.
-MC Donalds'in Türkiye'ye ilk geldigi günleri yaşamış olmaktır.
-Doritos'a panço diyebilen nesildir.
-İlkokul 5'te Anadolu Liseleri ve Kolejler sınavına hazırlanmak.
-Berlin duvarının yıkılmasının tek sonucunun, berlin'in farklı kısımlarında oturan akrabaların artık birbirlerini görebilmeleri olduğunu sanmak.
-Banka olarak sadece imar bankasını bilmek...
-Yakari izlemektir.
-"Eskiden buralar portakal bahçesiydi, boş araziydi" diyebilmek.
-Street Fighter'da "Guy" ile oynamak.
-Bilye, gülle oynamak.
-Gzoz kapagi oynamak.
-Televizyonla büyütülen ilk nesil olmak.
- mahalle maçları yapmak..
- commodore 64 efsanesi..
- cumartesi geceleri bir başka gece'yi izlemek ve özellikle benny hill'in skeçlerini yakalamaya çalışmak
- solo test'te 1 tane bıakıp bilgin olmaya kasmak
- hbb'de amerikan futbolu maçı izlemek
-anadoludan görünüm'ü izlemek ve şehit haberleriyle üzülmek
-Edi ile Büdü hastası olmak.
-Sadece pazar günleri yıkanmak.
-Kontra pedal BMX bisiklet sahibi olmak.
-Cine 5'in ilk açıldığı güne ve akşamına tanık olmak.
-Moonlighting, hayat ağacı, cesur ve güzel izlemektir.

80'ler ve 90'lar arasında çocuk olmak zor ama bir o kadar da güzel bir şeydir.Bir ülkenin hangi aşamalardan, nasıl geçtiğine tanık olmaktır... Gençliğin gelişimi açısından kayıp bir dönemdir...


not: gelen bir mailden aynen aktarılmıştır.

bekleyişler... umduğunu bulamamalar...

sabah olmak, yol bitmek bilmez. gelişini beklemek sağ gözü akrebe sol gözü yelkovana çevirir çaresizce... heyecanla sarılırsın telefona bir ses duymak, gülümsemek, içini ısıtmak istersin...
insanı bekleyişleri şekillendirir, onu bulmak ister, ona kavuşmak. esnek olamadımı insan; yenilir umduğunu bulamamalara. kafasını ellerinin arasına alacak bir soyutlukta, somut olana bakar sessizce.
büyük hayallerle başlarız kendimizi bilmeye, herkesin kafasında bilgisayar mühendisi, doktor, pilot olmak vardır çocukken. büyüdükçe hayat şekillendirir bekleyişlerimizi, bekleyişlerimizde bizleri. üstünü çizerek hayallerimizin, yürürüz gençliğimize. olgunluk döneminde başka bekleyişler kucaklar bizleri. daha sonrası hep aynı, çoğu zaman umduğunu bulamaz insan. belki de bulur ancak anlamaz istediği şeyin gerçekten o olduğunu. bekleyişleri ve umduğunu bulamamaları çok olan insanların hayatında uzar gider listeler, yazılar.
sadece gelecek için beklentiler değil, hayatın küçük dokunuşlarında da vardır bekleyiş ve umduğunu bulamamalar. fırtınanın içine sığdırdığımız güneşler her gün ısıtacak sanırız kalbimizi, bekleriz adeta, çoğu zaman umduğumuzu bulamayız, bulduğumuzu sanarız belki, ama
esnek olamayız...

masumca ihmal edilmek...

sessiz, sedasız, hissetmeden ihmal edilmek, ya da ihmal edildiğini düşünmek. gecenin soğukluğuna yalnız uykulara dalmak. yalnızlığı tekrar yaşamak. aileler çocuklarını, dostlar dostlarını, kısaca insan insanı ihmal ediyor günümüzde. hayatın çarkları gittikçe daha hızlı dönüyor, kapıldıkça bu hıza uzuyor ihmallerin gölgeleri. hayatlar üşüyor, kalpler üşüyor. oysa hepimiz dostluğun, aşkın, ailenin, çocukların ihmale gelmez kavramlar olduğunu bilerek büyümedik mi ? ya kendini ihmal etmesi insanın, kendine bile yetemezken başkaları için dayanak olmaya çalışması. ihmallerin en büyüğü belkide. ihmal edilen ya da öyle olduğunu düşünenin gözleri dalıyor, sessizleşiyor, kendine dönüyor. istemeden yapıyoruz, yürüdükçe ihmal ediyoruz, ediliyoruz en kötüsü de her zaman
masumca ihmal edilmek oluyor...
çünkü masumca ihmal edilince, daha bir üşüyor kalbi insanın.

bilgisayarlı eğitime destek

http://www.ntvmsnbc.com/mo dules/egitimedestek/

Linkine tıkladığınızda, 1 okula 1 bilgisayar bağışlanıyor, işin güzel tarafı, hangi sponsorun hangi okula bilgisayar bağışladığını aynı anda görebiliyorsunuz.

bence desteklenmeli...

bakışların daldığı nokta, belki de en uzağı...

dakikaların anlamsızlaştığı, bakışların donduğu, hayatın çalındığı noktalara, yapılan atıflar kadar naif bir o kadar da çözümsüz bir karamsarlığa bürünüş. içinden çıkılamayış, derken başka hayatları da çekmek renklerin en karanlığına, belki de sadece çektiğini düşünmek. kaçışları hiç saklamıyor insanı, her zaman apaçık ortaya çıkıyor insancık; kendine her yenildiğinde. ve kendine her yenilişi, başka bulutları çekiyor istanbul'un üstüne. bu güzelim, taze nisan sabahı güneşi saklayan bulutlar, renksiz kocaman bulutlar. kelimelerin yetmediği, bakışların anlatamadığı, yaşanılanın ders olmadığı upuzun işkenceler. çelişki saatleri, aklının çözemediğini kalbinin hiç çözemeyeceğini unutmak. yalnızlığı bu kadar mı unutur insan, ya da artık yalnız olmadığına bu kadar çabuk mu kanar. peki neden kanar insanın kalbi her nefes alışında...

masallardan neler öğrendik ¿

sinderella : hatun kısmısının gece 12'den sonra sokakta işi yoktur
uyuyan güzel: bir kiz kendisini öpen ilk erkekle evlenir ve onunla sonsuza kadar mutlu yaşar.
hansel ile gretel: masal kahramanlarının sayısı arttıkça IQ'ları düşer... çikolatadan evler yenmemelidir.
kırmızı başlıklı hanım kız: sokakta her gördüğün zibidiyle konuşma.
çirkin ördek yavrusu: ortaokulda size imalı bakışlar atan gözlüklü tombul kızla/çocukla dalga geçip aşağılamayın, bir beş sene sonra afet olur ağzınız açık kalır ağlarsınız.
ali baba ve kırk haramiler: password'ler iyi saklanmalı onun bunun yanında bağırarak söylenmemelidir.
alice harikalar diyarında: her bulduğunu ağzına sokma
heidi : akıllı kızlar patikalarda neyin keçi kovalamazlar.
allaaddin : sokakta her bulduğunu karıştırma!
Pamuk Prenses: Hiç tanımadığınız biri size elma verirse sakın yemeyin !
Rapunzel: Bir kuleye kapatıldıysanız kaçmak için saç uzatmayın uçmayı öğrenmek daha kısa sürer

Pinokyo : Baban marangozsa asla yalan sölemiceksin
not: gelen bir mailden aynen aktarılmıştır.

mevsimlik haber yayınları

önümüz yaz. diziler tatile girer, televizyonlar eski bölümlerini ısıtıp sofralarımıza koyarlar. ama haber bitmez, haberler hiç bitmez. yakındaki haber gündemi belli. evet düşündüğünüz gibi, yaz tatilleri ve zayıflamayı düşünen insanlar için ekonomi ve siyaset haberlerinin arasına sıkıştırılmış mucize diyet haberleri. "bir haftada 3 kilo vermek mümkün mü? neleri yemeli neleri içmeliyiz ? muzaffer kuşhan derken koskoca senede en fazla 2 hafta giyilebilecek mayolar, bikiniler için başlanır strese. yazın gündemi budur. kış mevsiminin gündemi daha neşeli. ne günlerdi rahmetli Demir Bükey'den ileri sürücülük teknikleri dinlerdik. karda nasıl yürüneceğini söyler haberler, yeme içme kışın da vardır. "soğuk havalarda ne yenmeli". kar lastiği önemlidir efendim. ya zincir olacak ya da o, ikisi birden varsa gidilemeyecek yol yok. mevsim değişir, haberler aynı kalır her mevsimin haberi gündemi belirler. ya gerçekten
bir haftada 3 kilo vermek mümkün mü ? :)

ücretsiz ağaçlandırma kampanyası

Türkiye genelinde ağaçlandırma çalışmalarına destek için Türkiye için 100 milyon mesaj isimli proje başlatıldı. Amaç milyonlarca meşe tohumunu toprakla buluşturmak. Ekimi yapılacak milyonlarca tohumdan yeşerecek fidanlar ile erozyonla mücadele bir destek daha alacak. Sponsorluk bedelleri reklam karşılığı çeşitli firmalarca sağlanacağı projede http://www.smsmese.org/ internet adresinden katılım formunu ücretsiz olarak doldurmanız yeterli. Katılım yapan her kişi için sponsorlar 9 adet meşe tohumunun ekimini yapacak. Siz internet sitesinden bir form dolduruyorsunuz, bu formda cep telefonu numaranızıda veriyorsunuz, sponsor firmalar cep telefonunuza gönderdiği reklam mesajları karşılığı kişi başına 9 adet meşe tohumu ekiyorlar...

bu blog'un melodisini cep telefonunuza indirmek için...

dizi furyası ile başlayan, dizi müziği furyası şimdi cep telefonlarında buluyor kendini. ne zaman televizyon izlesek, alttan çıkan reklam bandı, bu dizinin şu müziğini indirmek için şöyle yaz şu numaraya mesaj at diyor. bilmiyorum çok mu para var acaba bu işte ? ticari boyutu insanın aklının bir köşesini tırmalıyor. son dönemde de duvar kağıtları, videoları cep telefonuna indirmek için yayınlanan reklamlar çıktı. artık müzik kanalları da katılmaya başladı mesaj at melodi al döngüsüne. kliplerin altlarından geçen hatta sadece cep telefonu melodilerine özel olarak kliplerin kısa olarak gösterildiği tv yayınları var. indirmiyorum kardeşim, hem telefonum "sen imkansızsın, sensizlik imkansız" diye çalıp çalıp, her çalışında bunalıma mı sürükleyecek beni...
mesaj da atmıyorum, melodi falan da indirmiyorum...

yapma arkadaşım bak tutuluyorum

29.mart.2006 güneş tutulması yani bugün...
en iyi izlenecek ülkelerden biri Türkiye, geçen haftaki haberlere göre 1,5 milyon turist sırf bu olay için Türkiye'ye gelmiş. yani bilmiyorum insanların işi mi yok, işi varda izinlerimi bol, izinleri bol değilde, ne pahasına olursa olsun bu olay için mi yaşıyorlar anlamadım. belki de bir sonraki Türkiye'den 2060 yılında izlenebilecek bir olay için bizde heyecan yapmalıyız. birde güneş tutulmaları, deprem ilişkileri var. ya da varmı ? şöyle bir geçmişe bakılırsa ne zaman güneş tutulsa dünyanın çeşitli yerlerinde deprem olmuş. ama uzmanlar yoktur kardeşim güneşin tutulmasıyla deprem arasında ilişki diyorlar. hatta siyaset meydanında tartışma konusu bile oldu. neyse başlıkta da olduğu gibi sokak ağzından bir cümle ile bitireyim: "arkadaşım yapma; bak tutuluyorum ama" düşünsenize güneş dile gelip gezegenlerden birine bunu söylüyormuş :]


tübitak bu iş için özel bir site hazırlamış, bu sitede tutulma sözlüğü var, ilgilenenler için link aşağıda.
Tutulma sözlüğü:
http://www.tug.tubitak.gov.tr/tutulma/dictionary/eclipse_dictionary.pdf

fazla mesai...

düşünmenin sınırlarını zorlayınca ya da kelimeleri birşeylere benzetecek kadar bol vaktiniz varsa; mesai kelimesini bir kabile ismine benzetebilirsiniz. Mesai kabilesi, tam tam seslerini duyar gibiyim :) benim vaktim yok düşünmenin sınırlarını zorlayacak kadarda enerjim öyleyse nereden geliyor bu çağrışım ? bilemiyorum :] nasıldır mesailer? sessiz, sakin, telefonsuz, yalnız, gün içinde yapamadığınız tüm işleri, akşamın o herkes gittikten sonraki saatinde büyük bir huzur ve sakinlik içerisinde yaparsınız. e tabi her güzel şeyin kendince bir kusuru olmakta. siz huzurlu huzurlu çalışırken, kendiniz için harcayabileceğiniz zamanı, mesainin her dakikasının akrep ve yelkovanlarına asarsınız. yine de mecbur kalır bazen insan mesaiye kalmaya. işler uzamıştır. yetişmesi gerekmektedir. garip bir huzur ve özlem vardır mesailerde. sessizliğin huzuru, çaldırdığınız zamanlara özlem. günler uzamaya başladı hava geç kararıyor artık, insan anlamıyor mesaide olduğunu ama yinede:
fazla mesai cildi bozar...

gitt tikçe efsane mi olacak ?

son günlerde insanların hiç sıkılmadan izlediği reklamların başında serinin devamı olan "mike vs. peluş" reklamı geliyordur heralde. cem yılmaz'ın gitt ile tanışma günlerinden, arabanın hakkını vermelere kadar geldik. gitt tikçe efsaneleşen 2 karakter gibi gelimiyormu sizede¿ nedir bu reklam dizisini popüler kılan¿ elbetteki cem yılmaz faktörü. adam yer aldığı ortamı; filmi izlenebilir hatta tekrar tekrar izlenebilir kılıyor. yalnız geçen gün karşılaştığım bir olayı da paylaşmadan geçemeyeceğim, taksim bostancı otobüsü ile yolculuk sırasında, yıldız üniversitesi durağında yolcu aldıktan sonra yoluna devam eden otobüs şöförü, otobüsü kaldırırken gaza fazla yüklendi ve otobüs hafif sarsıldı... arkadan tok bir ses aynen : "arabanın hakkını ver hakkını"... çocuklar vardır ya izledikleri filmin, çizgi filmin etkisinde kalırlar, daha sonra örümcek adamlığa, batmanliğe falan soyunurlar, otobüsün arkasından gelen sesin sahibide komikliğe soyundu belkide anlayışla karşılamak lazım. bazıları gülmek için değil birşeyler öğrenmek içinde izliyor demek ki ilgili reklamı... bu arada duyar gibiyim bırak

sosyal mesaj vermeyi kardeşim

dediğinizi...

my name is earl

nbc'nin dizilerinden son dönemde oldukça popüler olan diziyi izlemenizi, izlemeye devam etmenizi ve sevdiklerinize de izlettirmenizi tavsiye ederim. felsefemizin adı "karma", kahramanımız earl hickey, hayatını kötülük yaparak geçiren biri modunda yaşarken, lotodan para kazandığını öğrendiği sırada kendisine çarpan bir araba, adamımızın kafasında da şimşeklerin çakmasını sağlıyor. ve o gün hastanede yatarken bir liste oluşturuyor. hayatında yaptığı kötülüklerin listesi, ve bu listedeki kötülükleri bir şekilde düzeltirse hayatında ona o doğrultuda geri döneceğini varsayıyor. kısacası karma felsefesi. şiddetle tavsiye edilir, özellikle günümüzde her kanalda arka arkaya yayınlanan, salya sümük dizilerden bunalmışken, kaliteli, izlenebilecek bir şeyler ararken, yine imdadımıza cnbce yetişiyor.
her salı 20:30

http://www.nbc.com/My_Name_Is_Earl/index.shtml

yeşilçam şarkıları


sahibinin sesinden yeşilçam şarkıları... şu sıralar, istiklal caddesinde yürürken, adım attıkça aynı şarkıyı farklı yerlerinden yakalayabilirsiniz. eski ama bilindik bir şarkı çalınırsa kulağınıza bilin ki yine o albüm, belkıs özener ve albümün ikinci parçası

adını anmayacağım

albümün kapağında albümde yer alan 25 şarkının hangi filmere ait olduğu gibi bilgiler bulkabiliyorsunz. gerçekten dinlerken yan odadaki televizyonda açık olan filmi gözlerinizin önünde canlandırıyorsunuz... kalan müzikten çıkmış albüm, ki kalan müzik yansımalar gibi usta grupların albümlerine imza atmış bir yayıncı firma.
keyifli...

aslolan hayattır... 27.mart.2006'da başladık yol almaya


Aslolan Hayattır... paylaşmak adına..
erksito...