hayat kaldığı yerden devam eder...

bir yolculuğa benzettiğimiz takdirde hayat denilen kavramı, verilen molalar gibi rahatlatan soluklanma seansları yer almalı az da olsa bu yolculukta. fırsatları kaçırmamalı insan mola vermek için. gereksiz görmemeli, tadını çıkarmalı güneşi görmenin. bu kısa molalarda insanların kafalarındaki düşünceler benzerdir genelde; telefon yok, bilgisayar yok, iş stresi yok, trafik yok. bunların yerine kocaman huzur dolu, boş vakitler var. hele birde sevdiklerin yanında oldumu, değmeyin böyle bir molanın keyfine. dönüş yolunda insanın aklında; geçirdiği güzel mi güzel boş vakitlere övgü ve her güzel şeyin biteceği hatta daha çabuk biteceği gibi bir klasik yer alır. umutlar başlamıştır bile daha sonra verilecek mola için. çocukluğumuzda anlatılan masallara benzetebilirsiniz bu molaları, o masallar gecenin karanlığından, yalnız yatmanın korkusundan uzaklaştırır bizleri, hayata verdiğimiz molaların bizleri nelerden uzaklaştırdığını siz düşünün :) her ne kadar güzel olsada, herhangi bir yol üstü esnaf lokantasında yenen yemeğin üstüne içilen ince belli bardaktaki çayın dumanının havadaki çiçek kokusuna karışmasını hayal etmek;
tüm masallar biter, hayat kaldığı yerden devam eder....

telefon yalnızlığında uykusuz, uykular...

gecenin bir yarısı uyanıp, taze bir rüyadan
bir çocuk masumluğuyla, anne diye bağırmaya
benzer telefona sarılmak,
bekleyişin beyaz renkli umutları,
gerçekliğin gri renkli sertliğine bırakır kendini
ansızın,
içinde silmeya çalıştığın yanlış bir varoluşun,
izleri,
tekrar uyuyamama korkusuna karışır...
sabah olur
biter telefon yalnızlığında uykusuz, uykular,
ama soyutlamak mümkün olmaz kendini;
uykuyu alıp, alamadığın paradoksundan...

hüzünlerimdi en çok dokunulmasını istediğim yerim…

doğduk ağladık, yürüdük güldük, büyüdük üzüldük, genç olduk umursamadık dünyayı güldük, bugün oldu hüzünlendik, yarın oldu hüzünlendik...
hüzünlerdi yağmuru getiren, hüznüm bulut oldu, çok sevdiğim bir şarkıda böyle atıf yapılmıştı hüzünlere, hüzünlenmeye, gözyaşlarına. gözyaşı kelimesi geçmiyor halbuki şarkının sözlerinde, ama şarkı buram buram toprak kokuyor; kokusunu alabilene. toprak kokusu nerden çıktı diyebilirsiniz belki, dedim ya; alabilene.
hüzünlerdir insanı insan yapan bana göre. çünkü hüzünlendiğinde anlarsın bir insanı, görebilirsin içini, açmıştır paylaşmak için kalbini. yapmacıklığa yer, gözyaşı saklamaya mecal yoktur o anda. toprak kokar geçtiği her yer hüzünlü insanın. nerden geldiğini anlayamazsınız, köşeyi dönünce karşınıza çıkar, diğer köşede kaybolup gider hüzünler. hüzün insanın kendi ruhuna yapması gereken bir yolculuktur. çoğu zaman yalnızdır bu yolculukta ama yalnız olmayı istemez, anlatmadan anlaşılmayı bekler, çünkü bizzat kendi ruhunadır yolculuğu. söylenen sözler vardır zaman zaman, “hiç iyi bir şey yok mu kardeşim bu dünyada, iyi şeyleri de görelim artık”, “arabesk takılma”, “her şeyi kötü görmek yerine, hayata biraz gülümseyerek bakabiliriz değil mi?”, hüzünler bunların hiçbirisi değildir. her şeyinde farkında olmaktır hüzünlenmek. her şeyin farkında olup, farkında olunmamaktır. gülen insan kalabalıktır her zaman, hüzün taşıyan yalnız kalır. sessizce çığlık atar, yankısını duyunca yağmurlar gelir, hüzünler getirir yağmuru.

mona lisa tablosuna benzer hüzünlü insan, gölge oyunuyla yapılmış, gülümseme ve somurtma vardır tabloda. çoğu zaman gülen kısmını görür önünden geçen insanlar. gölge düşen kısmı göremeyince anlamazlar gerçeği, sadece önünden geçen olurlar, hiçbir zaman giremezler resmin içine.
adam gibi hüzünlerdir adamı adam yapan;
bu yüzden hüzünlerimdir en çok dokunulmasını istediğim yerim, önümden geçen; gülen kısma bakanlar tenimde ya da dilimin ucunda ararlar hüzünlerimi, hiç kimse girmez içeri, işte o zaman farkları kalmaz tabloya sadece bakanlardan... oysa önemli olan her zaman; görmektir, görebilmektir.

80'ler ve 90'lar arasında çocuk olmak

80'ler ve 90'lar arasında çocuk olmak demek,

-Atari salonlarına gidip, 10 jetonu daha ucuza almak.
- Bir Demet Tiyatro'yu beklemek.
-Taso oynamak.
-Video kiralamak.
-Gece aerobiğini porno zannetmek.
-Terminatör'ü sinemada seyretmek.
-Reebok Pump almak.
-"Back to the future, Rocky Serisi, Ninja Kamplumbaglar, Hayalet Avcıları, Çakmaktaşlar, Beverly Hills 90210'u izlemek.
-Pazar 88, pazar 89, pazar 90, pazar 91 .....
-Tipi tip çiğnemek.
-He-Man izlemek.
-Kablolu yayına geçme şerefine nail olmak.
-Coca Cola'nin 1litrelik depozitolu sişelerde satılmasıdır.
-Star TV'deki Turnike'yi, Parliement Pazar Gecesi sinemasını izlemek.
-Adam olacak çocuk, 7'den 70'e nin izlenmesi.
-Gazete kuponu ile ev, araba verilmesine tanık olmak.
-Sürekli Aydınlık için 1 dakika karanlık eylemine katılmaktır.
-"All that she wants, informer" dinlemek.
-Pazar sabahları alf seyretmek.
-Voltran, denver, ninja turtles, clementine zlemek.
-Siyah-Beyaz televizyonu görmüş olmak.
-Micheal Jackson'dan Bad şarkısını defalaraca dinlemiş olmak.
-Schumacher'in Türkiye'ye gelisini gormek.
-Mahalle ve mahallede oyun oynamak kavramını son yaşayan nesil.
-Neler oldugunu anlamadan televizyon'dan körfez savaşını izlemektir.
-MC Donalds'in Türkiye'ye ilk geldigi günleri yaşamış olmaktır.
-Doritos'a panço diyebilen nesildir.
-İlkokul 5'te Anadolu Liseleri ve Kolejler sınavına hazırlanmak.
-Berlin duvarının yıkılmasının tek sonucunun, berlin'in farklı kısımlarında oturan akrabaların artık birbirlerini görebilmeleri olduğunu sanmak.
-Banka olarak sadece imar bankasını bilmek...
-Yakari izlemektir.
-"Eskiden buralar portakal bahçesiydi, boş araziydi" diyebilmek.
-Street Fighter'da "Guy" ile oynamak.
-Bilye, gülle oynamak.
-Gzoz kapagi oynamak.
-Televizyonla büyütülen ilk nesil olmak.
- mahalle maçları yapmak..
- commodore 64 efsanesi..
- cumartesi geceleri bir başka gece'yi izlemek ve özellikle benny hill'in skeçlerini yakalamaya çalışmak
- solo test'te 1 tane bıakıp bilgin olmaya kasmak
- hbb'de amerikan futbolu maçı izlemek
-anadoludan görünüm'ü izlemek ve şehit haberleriyle üzülmek
-Edi ile Büdü hastası olmak.
-Sadece pazar günleri yıkanmak.
-Kontra pedal BMX bisiklet sahibi olmak.
-Cine 5'in ilk açıldığı güne ve akşamına tanık olmak.
-Moonlighting, hayat ağacı, cesur ve güzel izlemektir.

80'ler ve 90'lar arasında çocuk olmak zor ama bir o kadar da güzel bir şeydir.Bir ülkenin hangi aşamalardan, nasıl geçtiğine tanık olmaktır... Gençliğin gelişimi açısından kayıp bir dönemdir...


not: gelen bir mailden aynen aktarılmıştır.

bekleyişler... umduğunu bulamamalar...

sabah olmak, yol bitmek bilmez. gelişini beklemek sağ gözü akrebe sol gözü yelkovana çevirir çaresizce... heyecanla sarılırsın telefona bir ses duymak, gülümsemek, içini ısıtmak istersin...
insanı bekleyişleri şekillendirir, onu bulmak ister, ona kavuşmak. esnek olamadımı insan; yenilir umduğunu bulamamalara. kafasını ellerinin arasına alacak bir soyutlukta, somut olana bakar sessizce.
büyük hayallerle başlarız kendimizi bilmeye, herkesin kafasında bilgisayar mühendisi, doktor, pilot olmak vardır çocukken. büyüdükçe hayat şekillendirir bekleyişlerimizi, bekleyişlerimizde bizleri. üstünü çizerek hayallerimizin, yürürüz gençliğimize. olgunluk döneminde başka bekleyişler kucaklar bizleri. daha sonrası hep aynı, çoğu zaman umduğunu bulamaz insan. belki de bulur ancak anlamaz istediği şeyin gerçekten o olduğunu. bekleyişleri ve umduğunu bulamamaları çok olan insanların hayatında uzar gider listeler, yazılar.
sadece gelecek için beklentiler değil, hayatın küçük dokunuşlarında da vardır bekleyiş ve umduğunu bulamamalar. fırtınanın içine sığdırdığımız güneşler her gün ısıtacak sanırız kalbimizi, bekleriz adeta, çoğu zaman umduğumuzu bulamayız, bulduğumuzu sanarız belki, ama
esnek olamayız...

masumca ihmal edilmek...

sessiz, sedasız, hissetmeden ihmal edilmek, ya da ihmal edildiğini düşünmek. gecenin soğukluğuna yalnız uykulara dalmak. yalnızlığı tekrar yaşamak. aileler çocuklarını, dostlar dostlarını, kısaca insan insanı ihmal ediyor günümüzde. hayatın çarkları gittikçe daha hızlı dönüyor, kapıldıkça bu hıza uzuyor ihmallerin gölgeleri. hayatlar üşüyor, kalpler üşüyor. oysa hepimiz dostluğun, aşkın, ailenin, çocukların ihmale gelmez kavramlar olduğunu bilerek büyümedik mi ? ya kendini ihmal etmesi insanın, kendine bile yetemezken başkaları için dayanak olmaya çalışması. ihmallerin en büyüğü belkide. ihmal edilen ya da öyle olduğunu düşünenin gözleri dalıyor, sessizleşiyor, kendine dönüyor. istemeden yapıyoruz, yürüdükçe ihmal ediyoruz, ediliyoruz en kötüsü de her zaman
masumca ihmal edilmek oluyor...
çünkü masumca ihmal edilince, daha bir üşüyor kalbi insanın.

bilgisayarlı eğitime destek

http://www.ntvmsnbc.com/mo dules/egitimedestek/

Linkine tıkladığınızda, 1 okula 1 bilgisayar bağışlanıyor, işin güzel tarafı, hangi sponsorun hangi okula bilgisayar bağışladığını aynı anda görebiliyorsunuz.

bence desteklenmeli...

bakışların daldığı nokta, belki de en uzağı...

dakikaların anlamsızlaştığı, bakışların donduğu, hayatın çalındığı noktalara, yapılan atıflar kadar naif bir o kadar da çözümsüz bir karamsarlığa bürünüş. içinden çıkılamayış, derken başka hayatları da çekmek renklerin en karanlığına, belki de sadece çektiğini düşünmek. kaçışları hiç saklamıyor insanı, her zaman apaçık ortaya çıkıyor insancık; kendine her yenildiğinde. ve kendine her yenilişi, başka bulutları çekiyor istanbul'un üstüne. bu güzelim, taze nisan sabahı güneşi saklayan bulutlar, renksiz kocaman bulutlar. kelimelerin yetmediği, bakışların anlatamadığı, yaşanılanın ders olmadığı upuzun işkenceler. çelişki saatleri, aklının çözemediğini kalbinin hiç çözemeyeceğini unutmak. yalnızlığı bu kadar mı unutur insan, ya da artık yalnız olmadığına bu kadar çabuk mu kanar. peki neden kanar insanın kalbi her nefes alışında...