ücretini gönderemeyen, para üstü alamayan...

hayatımızın eşşiz toplu taşıma araçları, her birinin tek bir felsefesi olan kozmopolit taşıtlar... minibüsler

kolaylıkları(bilet vs. olmaması), belli bir saate bağlı olmamaları(dolunca kalkmaları), geç saate kadar bulunabilinmeleri gibi nedenlerle çok sık kullanırım minibüsleri. özellikle şöför mahaline yakın bir yerde oturuyorsam daha bir keyifli geçer yolculuk. küçük bir çocuk gibi, şöförün hareketlerini izler dururum. hele bir de bozuk paraları koydukları ve masa gibi kullandıkları motorun üstündeki yer vardır ya, yer olmadımı minibüste oraya oturman için teşvik eder seni şöför; işte o zaman hayat durur :) sende bir nevi minibüsçü olmuşsundur artık. misyonun vardır paralar uzatılır, para üstlerini kendin verirsin, sorulara cevap verirsin, sağ kolusundur artık şöförün. bozuk para sesleri, vitesler arası geçişin eşsiz melodisine karışır dinler durursun.
bir yirmilik uzatır kadın arkadan suratı asılır şöförün,
-bozuk yok mu abla,
-maalesef
şöför sanki hiç para kazanmıyormuş gibi alır parayı, cebinden çıkardığı bir tomar paranın arasına koyar :) o tomarın arasına koymazsa da ön konsolla ön cam arasında kalan bölmeye çok şık bir el hareketiyle fırlatır. para üst vermek isteyince de yine aynı bölmeye daldırır elini...

ara gazları yok mudur ah ahhh, çok keyifli olur bu minibüs yolculukları çoook.

şimdi o kokuda...

kendi ellerimle hazırladığım
bir olmuşa
üzülmek
yaz günü üşümeye,
aç olduğunda lokmaların
ağzından düşmesine benziyor.

nokta koymak
kolay olmuyor her zaman
hele çoğu kez boğazına
takılan yumru
kalbinin sağ köşesinden
kimsesiz bir kahırla baskı yapmaya başladığında
hiç kolay olmuyor
nokta koyacağını düşünmek

her gün yenisini diktiğim
mumlar, açılan kapıdan
esen soğuk rüzgarla titredi
üşüdü mumlarım adeta;
oysa ben bilmiyordum,
yaşamamıştım, görmemiştim,
masumdum;
sadece yakıyordum, üşenmeden
üstüne titriyordum, aynen
titreyen alevleri gibi

içinde unutmak kelimesi
geçen sayısız şarkıyı
tek hecede söylemek
istermişçesine açtım gözlerimi
yeni güne

en anason kokan arabesk
şarkıları dinlemek ve
o kokuda kaybolmak istiyorum şimdi

yüzüme bakmaya
korktuğum olmamıştır hiç;
nereden geldi bu aynalara düşmanlık
diye düşünüp
karşısına geçince aldım cevabımı
yine aynı aynanın
mora çalan rengi görünce
bir kez daha anladım
yetiyordu bir haber almak
uykusuz gecelere…

tek payıma düşen bu uykusuz geceden,
anlamış olmam
kokladığım tek çiçeği ne kadar sevdiğimi.

şimdi bir nokta olmasını
dilerken yazdıklarımın,
mutlu yada mutsuz
bir şeyler öğrenmek, haber almak
istemiyorum artık
halbuki öğrenecek, bir hayat dolusu
yıllar var önümde.

hani derler ya sol yanım
acıyor diye,
her acının bir nedeni
bir noktası var
kızmamak elde değil kendime
sonuç bu kadar berabere değilken.

hani o öğrendikçe inandığın, gördüğün
gücün nerede ¿
dik dur artık
sil kalbine akan damlaları
bir çentik daha at duvara
kaç günün doldu bu dört duvar arasında
kaç günün dolacak daha.

şimdi herkeskten herşeyden uzak
bir coğrafyadaki huzur veren
bir rüzgara kocaman bir mum dikmek
istiyorum,
o coğrafyadan geri dönmek mi ¿
bilmiyorum…

içinde unutmak kelimesi geçen
anason kokulu arabesk şarkıları
dinlemek ve o kokuda
kaybolmak istiyorum şimdi

şimdi…

bir fotoğraftaki iki kişi...

en basit tanımıyla anları dondurarak çerçevelemektir fotoğraf ya da objektifin baktığı yerden yansıyan anlık ışığın film karesinde bıraktığı iz. haber olur gerçekleri anlatır, manzara olur iç ferahlatır, birliktelik olur ısıtır. neler yapar şu fotoğraf tek başına. anlar önemlidir her insanın hayatında; arkadaşlarıyla, dostlarıyla, sevgilisiyle geçirdiği anlar. o anların tek şahididir fotoğraflar. ne zaman bakılsa o anlar gelir akla. çoğu zaman bir albüm köşesinde veya birler ve sıfırların arasındaki dijital dünyada terk ederiz fotoğraflarımızı, bencilce. oysa sizi yansıtan zaman zarflarıdır fotoğraflar. fiilin anlamını zaman kavramıyla sınırlandırır. hele arkasını çevirip o tarihi görmek yok mudur? vay be derken bilmiş bilmiş kafanızı sallarsınız. birlikte tanık olunursa o ana, fotoğrafta en az iki kişi var demektir. anları paylaşmaktan güzel bir kare olmadığı düşünülürse, hele birde arkadan geçerken fotoğrafa şans eseri konuk olan insan edasıyla bakmıyorsa kahramanların gözleri; tas tamam bir fotoğraf olmuştur o. ama sonu hüzünlü biten bir Türk filmi gibi, terk ederse bir kahraman diğerini, yalnız kalanın elindeki fotoğraf hangi zaman zarfının kanıtı olur bilinmez... akşam, dün, erken, henüz, hiçbir zaman, gece, siz seçin... bir fotoğraftaki iki kişi aynı zaman zarfında aynı değeri vermeli fotoğrafa. çünkü; çekenin eli titredi mi bulanık çıkıyor herzaman fotoğraflar...

katlanmak...


bir kağıt parçası en fazla yedi kere katlanabilirmiş...

acaba bir insan en fazla kaç kere katlanabilir ¿