kayıklar


kayıklar
Originally uploaded by Berksito

Flickr

This is a test post from flickr, a fancy photo sharing thing.

ellerim ısındı...

geçen gün başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum, aslında tam olay da denemez ya; ya da bu kadar büyütülmesi kimilerine anlamsız gelebilir belki.
bakkaldan alışveriş yapıyorum, kısacık boylu esmer bir çocuk geldi, bir tane çikolata aldı, elindeki bir avuç 5 Ykr'yi bakkalın masasının üstüne koydu. bakkal paraları sayarken, bende gözümün ucuyla baktım, 20 Ykr'si eksikti çocuğun. Ben o sırada kendi alışverişim için parayı vermemiştim. Çocuğun yüzünde, parası çıkışmadı diye, elindekini bırakıp gidecek mağrur bir ifade vardı. Tamam ben geri kalanını tamamlarım dedim paranın. Hayır olmaz dedi, biraz daha üsteleyince, çikolatasını aldı ve bakkaldan çıktı. Ben çocuğa 20 Ykr'lik tatlı bir gülücük hediye ettiğim için mutluydum.

Askerliğimi yapmak için bulunduğum şubede geçen gün danışmada otururken yaşlı bir amca geldi. Çok kibardı, ben şehit babasıyım dedi. Kibarlığı ve içtenliği öylesine etkilemişti ki beni, sanki yıllardır görmediğim bir akrabam belirivermişti karşımda. Bir iki saniye bakıverdim arkasından, bekleme salonundaki koltuklara oturmasını rica ettikten sonra. Bakışımın arkasında gittikçe kirlenen dünyada, bu tarzda değerli insanların hala olduğunun şaşırmışlığı vardı. Askerlerden biri tam o sırada çay getirmişti bana. İşlerin arasında bir bardak çay çok iyi gelecekti. Kafamı kaldırdım, tekrar o yaşlı amcayı gördüm otururken, sonra bir dakika bile düşünmeden, şekerlerini attığım çayı amcaya götürdüm. Çok teşekkür etti. İşlerini halledip şubeden ayrılırken yine arkasından sessizce bakıverdim. O çayı amcanın içmesi, bir demlik çay keyfi yaşatmıştı bana, eminim ki ben içseydim o bardaktaki çayı bu kadar doyamazdım...

Her iki olayda da hayata dokundum resmen, ellerim ısındı işte bu yüzden...

Priene

Tarihin yaşanmışlığı, demek ki bir zamanlar dedirten güzelliği tam anlamıyla kavrıyor insanı Priene'de gezerken. Aydın'a bağlı Didim ve Söke arasında bir dağın eteğine kurulmuş antik bir Yunan kenti Priene. Önünde çarşaf gibi uzanan Söke Ovası, arkasında insana güven veren kocaman bir dağ ile eski insanlar ağzının tadını biliyormuş dedirtecek eski bir yerleşim...

Sokaklarında dolaşırken, birden herşey canlanıverse; bir filmi içinden izlermişçesine yaşasam keşke Priene'yi dedim her adımımda. O dönemde yaşamış birçok insanın girmesinin yasak olduğu tapınaklarda gezmek ve anfi tiyatrodaki sadece kralların oturabildiği taştan koltuklara oturabilmek özel hissettirdi kendimi şimdiki Priene'de. Parça parça hayaller kurdum her gördüğüm güzelliğin önünde. Bu köşede beyazlar içinde yakışıklı genç, güzelliği tüm Priene'de nam salmış güzeller güzeli Ladeus'a(tamamen hayal ürünü bir isim) ilan-ı aşk etmiş mesela. Bu köşede Orophernos ile Attalos, Ariarathes'i öldürmek için hain bir plan yapmışlar...

Ne ağacı olduğunu bilmediğim bir ağacın altında hala Priene kenti topraklarındayken yazıyorum bu satırları. Önümde Söke Ovası... Bu ovanın bir zamanlar deniz olduğunu düşününce, acaba yeryüzünde ki cennet burasımıymış diyor insan.

Neyse daha fazla oyalanmayayım, Priene'li olmadığım anlaşılmasın yada hain bir pusuya kurban gitmeden, kısa bir süre daha yaşayacağım şehrime geri döneyim...


Priene ile ilgili linkler ve resimler:

Resim 1
Resim 2 <= Bakmanızı kesinlikle tavsiye ederim
Resim 3
Link 1
Link 2
Link 3 <= Vikipedi
Link 4

o günlerde gelecek...

iki sevdiğim şarkı; klasiklerimden biri diyebileceğim, zor günlerimde çok iyi gelen ve daha mutlu olabileceğim günler var dedirten mor ve ötesi parçası, diğeri ikinci albümlerini yeni çıkaran redd'in bir parçası. kendimle tematik olarak bağlantısını, askerliğimin biteceği günler üzerine kuruyorum bu iki parçanın. askerlik bitecek, daha mutlu olamam diyeceğim, evime döndüğüm akşam. birkaç gün sonra şöyle bir silkineceğim, elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynaya bakıp dünya yeniden dönüyor diyeceğim ve geleceğime kanat çırpacağım...
o günlerde gelecek inşallah yalnızca sağ üst köşedeki kadar günüm kaldı :]


daha mutlu olamam

güne kahveyle başladım
ağzım kuru zihnim açık
beyaz camda görüntüler
hepsi o kadar dürüst ki

hayatımdan çok memnunum
aşk bitti aşk aptallıktı
bir de sigarayı bıraksam
kimse tutamaz beni artık

küçük şeyler sevindirir ruhumu
hayal bile edemezdim ben bunu

daha mutlu olamam
daha mutlu olamam

yağmurlu bir akşamüstü
radyo açık, köprüdeydim
derken bir anda farkettim
başka bir hayat yok ki

durdum sustum gülümsedim
gözümü açtım ben değiştim
kızdınız, siz haklıydınız
artik size gerek yok

küçük şeyler sevindirir ruhumu
hayal bile edemezdim ben bunu

daha mutlu olamam
daha mutlu olamam (bu akşam)

Dünya

İstemiyor artık canım
Hiç üzülme umrumda değil hoşçakal
Benim için artık bitti
Geri dönmem umrumda değil, hoşçakal derim


Hiç bu kadar acıtmadı
Hiç kimse senin kadar acıtmadı hiç kimse acıtmadı canımı
Önce gözümü bağladın sonra yavaşlattın sonra durdurdun

Dünya yeniden dönüyor

Telefonda ağlıyorsun gözyaşların umrumda değil
Hoşçakal derim
Yani birazcık anla derim, kül olsan da umrumda değil
Hoşçakal derim

Hiç bu kadar acıtmadı
Hiç kimse senin kadar acıtmadı hiç kimse acıtmadı canımı
Önce gözümü bağladın sonra yavaşlattın sonra durdurdun

Dünya yeniden dönüyor

Dünya yeniden dönüyor

Americans are NOT stupid

Amerikalıların ne kadar akıllı olduklarını gösteren bir film(alt yazılarıyla birlikte).

Bir üçgenin kaç kenarı vardır? Zor bir sorumu ? Bunu cevaplayabiliyorsanız birçok Amerikalıdan daha akıllısınız :) izleyin ve görün.

Sarılmak

Canına yandımın gurbeti. Neler hatırlatıyorsun sen insana ! Yapmayı sevdiklerini, hüzünlenlerini, mutluluklarını, anlarını, anılarını insanı kendi yapan değerleri. Hatırlayınca kimi zaman zenginliğine seviniyor insan kimi zaman kavgaya tutuşuyor kendisiyle. Ne garip bir zenginliktir ki o fakirsin aslında, hepsinden kilometrelerce uzakta olduğun için. Ve ne ilginç bir kavgadır ki, vuran da dayak yiyende aynı kişiden başkası değildir.

Sarılmak kelimesi ne ifade ediyor sizin için? Basit bir karşılaşma hediyesi mi karşınızdakine yoksa başka şeyler de çağrıştırıyor mu? Peki en son ne zaman birine sarıldınız ? Bu konuyla ilgili en hüzünlü soruda şu olsa gerek: Çevrenizde sarılabileceğiniz insanlar var mı? İşte gurbet ile burada kesişiyor yolları sarılmanın. Kalabalık bir yalnızlığın en soğuk yüzü bu sarılamayışlar.

Kendi adıma söyleyebilirimki sevdiğim birisine sarılmak beni ben yapan değerlerin en başında gelir. Ve sarılınca mutlu bir enerji alırım karşımdakinden. Duygusallığımın en büyük destekçisi belki sarılışlarım, kendimi paylaşmanın en sıcak ifadesi.

evet evet hatırlıyorum,
sanırım 19 gün önceydi... karanlık bir gecede, kimsesiz bir ayrılığa adım atmadan önce, sarılmıştım en son sevdiğim birine, saat gitme vaktini gösteriyordu, sarılış çok kısaydı.
tam 19 gün oldu kimseye sarılmayalı,
en yakınım, en tanıdık yüz, hergün aynada gördüğüm dü çünkü tam 19 gündür....

karanlıktaki rengarenk düğmeler

Kapkara bir elbiseye takılan, rengarenk düğmeler gibidir. özlemek. Düğmelerin mavisi gözyaşını, beyazı umutları, sarısı umutlara doğan güneşi anlatır. Elbisenin siyahıysa ayrılığın karanlık yüzünü.

Daha ayrılığın ilk dakikalarında giyiverirsin üstüne; zamansız gelen bir telefonda, sesini duyunca sevdiğinin; beyazını iliklersin düğmelerin, umut yayılır içine. Günler geçer hasrete döner umutla başladığın özlemin; gözyaşı olur yanaklarından süzülen; maviyi iliklersin. Vuslatın bitmesine sayılı gün kalır, tekrar ısınmaya başlar yüreğin, umutların. Vakti gelmiştir sarı düğmenin. Gün gelir ayrılık biter, çözersin düğmeleri birer birer...

Kapkara bir elbiseye benzer özlemek, anlamı çok büyüktür. Ama
bir kez üzerinden çıkardın mı, tekrar giymeyi asla istemezsin...

Kapkara bir elbiseye benzer özlemek

kapkara...

asker her şeyden mahrum...sanal ortamda buna dahil :)

yeşil yeşil yemyeşil kamuflajlarla, ayağında botlarla bloga yazı yazan ender insanlardanımdır heralde :) cidden bağımlılık şu internet dedikleri. uzak kaldıkça daha iyi anlıyor valla insan. nerde o rahat rahat "post"lar eklemek güzelim bloguma :) çok şükür bir fırsatını buldum, mektuplardan kafamı kaldırabildim de delicesine bir coşkuyla blogumdayım. sanal ortam blogları kendini kişiye özel asker mektuplarına bıraktı bende. oralara döküyor insan içini. hepsinin yeri ayrı ama olsun. ne garip bişi şu askerlik ya... tıkmışlar 300 metrekarelik binaya haftada bir kere salıveriyorlar, bunun dışında içeride otluyorsun resmen. yemeklerini yerken (bulgur pilavı - baş spesyal - şefin tavsiyesi - olmazsa olmaz) çöplük gibi hissediyosun kendini. o kadar lezzetliki yemekler sadece aç kalmamak için yiyorsun. hele içtima denen bişi var içler acısı; bir saat sap gibi bekliyorsun sonrası ayak ve bel ağrısı... buralarda sporun adı : ordu tüfeksiz hareketler serisi aman Tanrım >:]
acemilik denen bir olgu var resmen kaynayan kazan, almışlar temiz pak gencecik çocukları, bir güzel kavurup, esmer mi esmer helva kıvamında usta birliklerindeki komutanlarına gönderiyorlar. öyle yada böyle bitmesi gereken birşey bu askerlik... uzun dönemlere Allah sabır versin...
ha bu arada cep telefonu kesinlikle yasak(hihi...)
resim herşeyi özetliyor abicim.
sevgiler "Askersito" :P